Filistin’deki genel grev hakkında
by
Riya Al’Sanah,
Laura,
Charan
May 26, 2021
Britanyalı sosyalist yayın Notes from Below‘un özel sektörün işgal ekonomisindeki rolünü incelemek üzere faaliyet yürüten Who Profits (Kim Kâr Ediyor) Araştırma Merkezi araştırma koordinatörü Riya Al’sanah ile gerçekleştirdiği, Filistin’deki genel grev sürecini ele alan söyleşiyi paylaşıyoruz
inquiry
Filistin’deki genel grev hakkında
Britanyalı sosyalist yayın Notes from Below‘un özel sektörün işgal ekonomisindeki rolünü incelemek üzere faaliyet yürüten Who Profits (Kim Kâr Ediyor) Araştırma Merkezi araştırma koordinatörü Riya Al’sanah ile gerçekleştirdiği, Filistin’deki genel grev sürecini ele alan söyleşiyi paylaşıyoruz
Notes from Below
Riya Al’Sanah
Öğrenebildiğimiz kadarıyla bu 1930’lardan beri Filistin genelinde gerçekleşen ilk genel grev. Grevi mümkün kılan şeyden biraz bahsedebilir misiniz?
İlk olarak bu 1930’lardan beri ilk grev değil. 1987’de genel bir grev vardı. Birinci İntifada tarafından ateşlenmiş bir grevdi bu.
18 Mayıs’ta gerçekleşen grevin ekonomik etkilere de sahip politik bir grev olduğunu anlamak önemli. Bu aşağıdan çağrılan ve aşağıdan yönlendirilen bir grevdi. Çeşitli politik temsilciler çağrıda bulunmadan önce sokaktan gelmişti. İsrail Arap Vatandaşları Yüksek Takip Komitesi1 sonuç olarak grev çağrısında bulundu, onlar bunu yapmadan önce de zaten grev talebi çok popülerdi. Bir sonraki adımın genel grev olması gerektiğini söyleyen sokaklardaki insanlardı.
O zamana kadar, Filistinliler her yerde ve mevcut her yolla direniyorlardı. Bütün tarihi Filistin mücadelenin içine çekilmişti. Bu yalnız İsrail’deki Filistinlilerin, Gazze’de saldırı altında olan Filistinlilere destek için gösteriye katılmasından ibaret değildi. Ayrıca aynı mücadelenin parçası olduğumuz ve verecek bir kavgamız olduğu iddiasıydı. Özellikle Filistin 48’deki 2 Filistinliler, yerleşimci kolonyal şiddetle (polis) ve devletin güvenlik birimlerinin koruduğu İsrail vatandaşları tarafından gerçekleştirilen örgütsüz şiddetle karşı karşıyaydılar. Resmi grev çağrısı önce Filistin 48’de, sonra Kudüs’te ve daha sonra bütün Filistin’de yapıldı. Grev çağrısı ve ona katılma hevesi, Filistinliler olarak ayaklanma esnasında aramızda yeniden ortaya çıkan birlik duygusunda kristalize olmuştu. Ama bu aynı zamanda sömürge yapılarından kopma arzusuydu.
Grevin bu mücadele bağlamında gerçekleşmesi, ona farklı duygu ve biçim kazandırdı. Yerleşik organlar tarafından gerçekleştirilmiş bir çağrıydı ve Batı Şeria’da sendikalar sonraki aşamada dahil oldu. Bu süreç etrafında örülen anlatıyı ve o günkü gelişmeleri şekillendiren şey taban örgütlenmesiydi. Politik temsilcilerden ve kurumsal örgütlerden memnuniyetsizlik, sokağın doğal olarak kolektif ve söz konusu yapılardan bağımsız bir temelde örgütlenmeye yöneldiği anlamına geliyordu. Grevden önce sahada örgütlenmiş politik partiler ve STK kuruluşlarının olmaması, farklı siyasi söylemlerin olayı şekillendirebileceğini ifade ediyordu.
Resmi yapılar insanların yaşadığı gerçeklikle bağlarını uzunca bir süredir koparmıştı ve bu onları sahada ortaya çıkan gerçeklere karşılık veremez hale getirdi.
Amerika ve Birleşik Krallık’ta grev denildiğinde genellikle bunun sendikalar tarafından örgütlendiğini düşünürüz ama sizin bahsettiğiniz genel grev çağrısı, sendikalardan ziyade komite tarafından gerçekleştirilmiş. Eğer varsa, sendikaların grevde oynadığı rol neydi?
3 üyeler. Dolasıyla Filistinli işçilerin bir temsil organı yok. Batı Şeria’da ise durum farklı. Sendikalar var, fakat orada bile greve çağrı sendikal hareketler tarafından yapılmadı. Sendikal hareket güçlü halk talebi sayesinde greve katılmak zorunda kaldı.
Filistin 48’de Filistin toplumu için bir sendika yok. Bütün Filistinli işçiler ya örgütsüz ya da eğer sendikalı bir sektördeyseler de İsrail Histadrut’aİsrail Arap Vatandaşları Yüksek Takip Komitesi sıklıkla grev çağrısında bulunsa da, bunu sadece İsrail’deki Filistin toplumu için yapar. Sık sık greve çağrı yapılsa da bunlar oldukça pasif bir siyasallaşma ve sınırlı katılımla gerçekleşir. Bu durun birçok kişinin greve katılmamasına sebep oluyordu çünkü bunun İsrail ekonomisine etkisi asgari düzeydeydi. Dolayısıyla politik etkisi de asgariydi. İsrail sektöründe çalışan çok sayıda Filistinli genellikle bunun dışarıda bırakılırdı.
O günlerde genellikle hiçbir şey olmaz; sokaklarda herhangi bir siyasi hareketlilik göremezsiniz. Bu eylemler ağırlıklı olarak topluluk içi (Filistinlilere ait) işletmelerle ilgilidir ve dolayısıyla insanlar bunun gücünü de ekonomik etkisini de görmezler. Sahada siyaset yapıldığını da görmezsiniz.
Bence bu grev farklıydı. Gelecekte olanları şekillendirecektir. İsrail’in Filistin 48’deki büyük miktarda toprağa el koymaya çalıştığı ve sonunda gerçekleştirdiği, 1976’daki Toprak Günü’ndeki gibi. Toprak günü, İsrail’deki Filistin toplumunda gerçekleşmiş büyük bir grevdi. O gün 6 insan İsrail polisi tarafından vurularak öldürüldü.
Son birkaç hafta içerisinde [İsrailli] yerleşimcilerin saldırılarına karşı kendi topluluğunu ve komşularını protesto ve savunma için örgütleyen Filistinlileri gördük. Bu yerel toplum ve mahalle savunma örgütlerinin grevle ilişkisi neydi?
Bu ayaklanmada kanlı canlı bir biçimde farklı olan şey, 48 sınırlarında yaşayan Filistin toplumu içindeki öz örgütlenme deneyimiydi. Kendimizi öz örgütlenme yapmak zorunda olduğumuz ve aslında bunu gerçekleştirebileceğimizi fark ettiğimiz bir yerde bulduk. Yerel komiteler geliştirildi. Kurumsal yapılardan uzak yerel gruplar ve özerk türdeki siyasi örgütlenmeler sahada yer aldı. Örneğin Haifa’da bir mahalle savunma komitesine, bir yasal destek komitesine, bir tıbbi bakım komitesine ve bir de ruh sağlığı hizmet komitesine sahiptik. Bu ayaklanmanın parçası olarak çalıştığımız farklı formlarda yerel, bağımsız ve kolektif komiteler vardı. Ve Haifa tek örnek değildi. Bu, birçok farklı bölgede gördüğümüz bir senaryoydu.
Filistin toplumu içerisindeki dayanışma duygusu yüksekti. Örneğin Lod şehri mücadelenin merkez üslerinden biriydi. Bir noktada İsrail polisi Lod’la başa çıkamadı ve orayı kontrol edemedi. İsrail devleti orada olağanüstü hal ilan etti ve askeri kararla sokağa çıkma yasağı getirildi. Şehrin etrafında gezinen ve kontrolü ele geçirmeye çabalayan askeri personel vardı. İnsanlar alışveriş yapmaya korkuyorlardı ve işe gitmiyorlardı. Bundan sonra olan şuydu; kamyon dolusu yiyecek, sebze, et, süt ürünleri ve çocuk bezleri, yani askeri sokağa çıkma yasağı altında hayatta kalmak için gerek duyduğunuz her şey, örgütlenmiş insanlar tarafından Lod’a gönderildi.
Böylece, yerleşik kolonyal yapılar içerisinde kolonileştirilmiş bir topluluk olarak özerk ve bağımsız örgütlenmenin ne olduğunu hatırlıyorduk. İsrail sürekli olarak Filistinli toplulukları İsrail’e, devletin yörüngelerine sokmaya ve onların ulusal kimliklerini İsraillileştirme adı altında değiştirmeye çalıştı. Bu, Oslo yenilgisinden beri sürdürülen bir stratejiydi ve İkinci İntifada ve 13 Filistinli vatandaşın İsrail polisleri tarafından öldürülmesiyle de agresif bir şekilde sürdürüldü. Oslo yenilgisi biz Filistin insanları açısından parçalanmamızı sağlamlaştıran bir yenilgiydi; Filistin halkının her kesiminin ayrı bir kaderi ve dövüşecek ayrı bir mücadelesi olduğu fikrini sağlamlaştırdı. Fakat şu iki haftada gördüğümüz ve bugüne kadar da devam eden şey, bu fikrin tamamen reddiydi. Bu kolektif, bağımsız bir ilgiyle kolektif ve politik mücadele duygusuna bir geri dönüştü.
Dolayısıyla bence olanları farklı ve mümkün kılan şey, insanların genel grev talep etmelerinin ve harekete geçme ve ona katılmada aktif rol oynamalarının doğal hale gelmesiydi. İnsanlar zaten kendileri hakkında uzun süredir hiçbir şeyin gerçekleşmediği kolektif bir biçimde düşünüyorlardı. Grevi güçlü kılan şey işte buydu; çünkü daha sonra onun için çağrıda bulunan ve ona meşruiyetini veren siyasi temsilciler olsa da, zaten sahada bunun için harekete geçebilecek ve onu geçmişte gördüklerimizden daha farklı bir genel grev haline getirmek için çalışabilecek bir yapıya sahiptik.
Grevi politize etmek için her yerde eylemciler tarafından çalışma yapıldı. Genel komite tarafından çağrı yapılsa da, daha sonra onu destekleyecek hiçbir şey üretilmedi. Grevin ateşini harlamak, onu politikleştirmek ve ona siyasi bir anlatı vermek için çalışma sahada yapılmalıydı. Bunun aktif ve çatışmacı bir grev olduğundan emin olmak için, genelde olanın aksine insanların evde oturduğu bir grev olmadığı söylenebilir. Her yerde örgütlenen gruplar grev için kampanya başlattı ve bunun sadece topluluk-içi bir grev olmaması gerektiğine yönelik bir anlatı geliştirdiler. Aradığımız şey, İsrail endüstrisinde çalışanları greve dahil etmekle birlikte, bir şekilde kendi toplumumuza iş bıraktırmaktı; ama yalnızca işi durdurmak ve evde oturmak değil. Amaç greve gitmek, kolektif bir meydan okuma eylemiyle cesaretlenmek, güçlenmek ve alanımızı talep etmekti.
Peki grevin nasıl gittiğini anlatabilir misiniz?
Bu, iki günden daha az bir sürede örgütlenmiş bir grevdi. Grevden önceki kendi kendine örgütlenme süreci grevin kendisine taştı ve onu şekillendirdi. Harika ve gerçekten güçlü olduğunu düşündüğüm şey ise, herkesin yapacak bir şeyi olmasıydı. Herkes dahil olmuştu; yazarlar bunun hakkında bir şeyler yazıyordu, müzisyenler insanların moralini arttırmak için müzik yapıyorlardı. Grafik tasarımcılar materyaller üretiyordu. Bu size herkesin katkıda bulunabileceği bir şeye sahip olduğu, sağlıklı bir toplumun nasıl olabileceği hissini veriyordu. İnsanlar kendi edebiyatlarını ve metinlerini üretiyor, grev için nasıl harekete geçilebileceğini, grev günü neler yapılabileceğini, grevden sonra ne yapılması gerektiğini birbirlerine maddeler halinde veriyor ve bir sürü ipucu paylaşıyorlardı. İyi bir fikri olan herkes, bunları kağıda döküyor ya da ekranda paylaşıyordu. Herhangi bir politik partiye ait bir başlık ya da slogan yoktu, insanlar bu gibi şeyleri üretiyor ve toplu halde ortaya koyuyordu. Tabii ki, daha iyi bir yazın ya da daha politik olan bir ses daha fazla dikkat çekiyordu. Bu önemliydi, çünkü siyaseti ortaya koyuyordu ve grevi anlatmaya başlıyordu.
Grev günü Haifa’da, şehrin tüm Filistinli mahallelerinde faaliyetler vardı. Tek bir merkezi eylemlilik değildi. Fakat son 10 gün içerisinde İsrail polisi tarafından gaddarca uygulamalarda bulunuldu; yüzlerce insan tutuklandı, evlerin kapıları kırıldı, insanlar saldırıya uğradı vs. Grev günü bizim günümüzdü; bir yer tuttuk, özel kurumlarda etkinlik yapmıyorduk sokaklarda, açık alanlarda, parklarda ve bu tarz yerlerde yapacaktık. Bütün farklı noktalar için planlamalar yapıldı; çocuklar için boyama, hikaye anlatımı etkinlikleri, atölyeler, insanları hakları ve tutuklandıkları zaman ne yapacakları konusunda bilgilendirmek gibi. Nakba’dan önce ve sonra belirli mahallelerin tarihlerini anlatan turları yapıldı. Günün sonunda herkesin katıldığı bir gösteri oldu. Gaddarlığa uğrayan ama yine de güçlenen insanlar arasında ortaya çıkan ilişkilerin görüldüğü güzel bir gündü. Bu kolektif güç duygusunu yeniden keşfetmek, sokakları insanların bulunabileceği ve toplumun farklı ihtiyaçlarıyla ilişkilenebileceği bir yer haline getiriyor.
Her yerde grev vardı ve özellikle büyük kasabalar ve şehirlerde grev için harekete geçen insanlar vardı. Bu kadar kısa bir sürede çağrısı yapılan genel greve bu bağlılık, gerçekten anın gücünü ve herkesi içine çeken duyguyu gösteriyor. Ramallah ve Batı Şeria’daki diğer şehirler, o gün yıllardan beri görmedikleri büyüklükte olan bir gösteriye şahit oldular. Ramallah’taki gösteri muazzamdı. Bazı insanlar bunun Ramallah’ın gördüğü en büyük gösteri olduğunu söylediler. Sadece greve gitmek ve evde kalmaktan ibaret değildi, greve gitmek ve sokağa çıkmak, greve gitmek ve İsrail askeri kontrol noktalarıyla da yüzleşmekti. Ve o gün geçitlerde, kavşak ve kontrol noktalarında direnen insanlar vurularak öldürüldü. Dolayısıyla baştan sona pasif bir grev değildi; yani sadece greve bağlılık ve işe gitmeme düzeyinde değildi. Ama aynı zamanda bir grev gününde ne yapacağımız ve bir grev için nasıl örgütleneceğimiz konusunda oyunun akışını değiştiren bir eylemdi.
Gerçekten güçlüydü ve nasıl siyaset yapacağımız hususunda bir ders niteliğindeydi. Hem çatışmayla hem de insanları çatışmaya dahil olmaları için nasıl güçlendirdiğimizle ilgiliydi. O zamana kadar, bütün gösteriler saldırıya uğramıştı, yüzlerce kişi hapse atılmıştı ve hepimizin gözleri göz yaşartıcı gazlardan dolayı sulanmış vaziyetteydi. Grev zamanına kadar, çatışma üstüne çatışmadan bıkmıştık ve kolektif olarak bir araya gelemiyor, yeteneklerimizi tanıyamıyorduk. Kim olduğumuzu ve her şeye rağmen yaratabildiklerimizin güzelliğini ve gücünü doğru yönetemiyor, bunlardan faydalanamıyorduk. Ekonomik etkisinin yanında, grevi güçlü yapan şey bunların üstesinden de gelebilmesiydi.
Grevin siyasi önemi hakkında birçok şey söylediniz, ancak ekonomik bir etkisi olduğundan da bahsettiniz. Bunu biraz daha açabilir misiniz?
İsrail inşaat sektörü, hem Filistin 48’den hem de Batı Şeria’dan gelen Filistinli işçilere büyük ölçüde bağımlı. 65.000’den fazla Filistinli işçi, inşaat sektöründe çalışmak için günlük olarak İsrail’e geçiyor. Dolayısıyla bu insanlar, düşük ücretlerle ve korkunç koşullarda çalışmak için her gün giriş ve çıkış kontrol noktalarından geçerek işe gitmek zorundalar. ‘Filistin 48’den de inşaat sektöründe çalışan yaklaşık 90.000 Filistinli var. Grev gününde, inşaatta çalışmak için Batı Şeria’dan yalnızca 110 ile 150 arasında kişi kontrol noktalarından geçmiş. Ve bu sadece inşaat sektöründe olan. Bize grevin gücünü gösteriyor. İsrail tahminlerine göre, o günkü grev inşaat sektörüne 130 milyon İsrail Şekeli’ne (340 milyon TL’ye) mal oldu. Tıp sektörü gibi diğer bazı sektörler de büyük ölçüde Filistinli işgücüne bağımlı. O sektördeki katılım düzeyi henüz belli değil ama yoğun bir katılım olduğu söyleniyor.
‘Filistin 48’deki birçok insan da hastalık izni ve rapor gibi şeyler aldı çünkü İsrail’deki Filistinlilerin bir greve, özellikle de siyasi bir greve katılması yasa dışı. Pek çok insan bunun sonucunda işini kaybetti. Yani orada durum her sektörün, hemen herkesin grevde olduğu ve tüm sendikaların dahil olup grevin arkasında durduğu Batı Şeria’daki gibi değil. Bu farklı bir hikaye. Esas olay ise insanların bu greve inanmasını sağlamak. Ancak o zaman katılırlar. Bu grevde de öyle oldu.
Birçok işveren işçilere, çalışmaya gelmeyip de greve giderseniz bir daha işe gelmeyin dedi. İşverenler, greve katılmaktan vazgeçtiklerini söyleyenleri bile artık çok geç olduğunu söyleyerek cezalandırmaya devam etti. ‘Yasadışı’ bir greve katılmak önemsiz bir mesele değil. İsrail’deki Filistin toplumu şimdiden büyük ölçüde yoksullaştı, ciddi bir işsizlik var. Bu yüzden işlerini kaybetmek tali bir mesele değil. Birçok ailede çalışan ya da ekmek kazanan sadece bir kişi var. Bu kişi benzin istasyonunda bile çalışıyorsa işini kaybetmemesi önemli. Ailenin günlük yaşamı üzerinde önemli bir etkisi oluyor.
Filistin 48’de grevden önce yaygın biçimde gerçekleşen protestolardan ve genç protestocuların tutuklanmasından bahsettiniz. Bize Filistin’deki Filistinli işçilerin grevden önceki durumunun nasıl olduğunu anlatabilir misiniz?
Grev, tüm toplulukların mücadeleye sürüklendiği bir bağlamda gerçekleşti. Bu topluluklar sadece polis ya da devlet temsilcileriyle mücadele içinde değildi. Normal İsrail vatandaşları da vardı, herkes onlara aşırı milliyetçiler diyor ama bunlar bildiğin sıradan İsrail vatandaşları. Filistin mahallelerine sopa ve silahlarla yürüyen, polis tarafından korunan, evlerinde oturan insanlara saldıran sıradan İsrail vatandaşları da vardı. Bu çetelerin gece gelip saldırmaları için gündüz vakti Filistinlilerin evleri işaretlendi. Saldırıya uğrama ve kendini savunmak zorunda olma duygusu zaten var olan bir şeydi, pek çok insan hayatlarının tehlikede olduğunu düşündüğü için işe gitmiyordu. Garson olarak çalıştığınız restoranda her an saldırıya uğrayabileceğinizi bildiğiniz halde neden orada çalışırsınız? İsrail kurumlarında Filistinli olmaktan kaynaklı korku zaten mevcuttu ve gerçekten bu birçok insanı grev çağrısı yapmaya itti. “Bildiğiniz üzere artık garsonluk yapamam, çünkü çalışırken saldırıya uğramaktan korkuyorum” dediler.
Otoyollardaki benzin istasyonlarındaki işçilerin çoğu Filistinli ve bu işçiler işyerlerinde saldırıya uğradı. Böylece benzin istasyonları ve dükkanlar kapandı, benzin doldurmak için sadece self servis hizmetleri kaldı ve insanlar işyerlerinde saldırıya uğramamak için siparişleri ancak küçük bir pencereden alıyordu. Hayatı ve geçimi söz konusu olduğunda birçok insan korkar, bu yüzden bazı insanlar zaten çalışmayacaktı.
İnsanlar İsrail kurumlarından uzak duruyor, İsrail şehir ve kasabalarına gitmiyorlardı. Bat Yam’da biri linç edildi ve neredeyse ölümüne dövüldü. Bu olayın tamamı kayda alınmıştı. Araba kullanan Filistinliler işe giderken veya süpermarketten dönerken durdurulup saldırıya uğradı. Yani grevden önce de insanlar kendi topluluklarına geri dönüyorlardı. Mesela Tel Aviv’deki yurtlarda yaşayan öğrenciler evlerine geri dönüyordu. Ben Gurion Üniversitesi’ndeki öğrenci yurtlarına saldırı düzenlendi. Polis ve üniversite güvenlik servisleri tarafından bariz bir şekilde korunan bir kalabalık okul binalarına dalıyor ve Filistinli öğrencileri arıyordu. Bu öğrencilerden bazıları şu anda hala cezaevindeler ve bir takım suçlamalarla karşı karşıya kalacaklar.
Yani genel grevden önceki gidişat hali hazırda bir kırılmaydı, bu zaten oluyordu. Hem saldırıya uğrayan topluluklarda çatlaklar oluştuğu, hem de kendilerini savunmaya geçmek ve direnişe katılmak için harekete geçen topluluklar olduğu açıktı. Yani tek taraflı bir saldırı değildi. Sadece saldırı altındaki bir topluluktan bahsetmediğimizi, bu saldırılara karşı direnen ve kendini savunan bir topluluk da olduğunu anlamak önemli diye düşünüyorum. Bu durum Filistin toplumu içinde muazzam bir direniş seviyesi yarattı ve bu direniş bugün kolektif faaliyetlere, İsrail kurumlarını boykot etme çağrısı gibi noktalara kadar vardı.
Grev şimdilik tamamlandığına göre Filistin’deki direnişin bundan sonraki olası adımları nelerdir? Britanya’daki işçilerin Filistinlileri desteklemek için yapabilecekleri başlıca şeyler nelerdir?
Filistinliler arasında ortaya çıkan ve siyasi manzarada oyunun kurallarını tamamen değiştiren bir birlik duygusu var. Bu grev biz Filistinlileri, özellikle de İsrail’de olanlarımızı, ekonomik gücümüzü yeniden keşfetmeye itti. Ekonomik güce sahip, 2 milyon kişilik bir topluluk olduğumuz fikri, insanların bilincinde olduğu bir şey olarak yeniden ortaya çıktı. Şu anda insanların İsrail kurumlarını boykot etmeye veya İsrailli işletmelerden bir şey satın almamaya, Filistin yapımı ürünlere odaklanmaya yönelik toplumsal hareketler ortaya çıkıyor. Bunun bir nedeni de İsrail toplumunun bir cezalandırma aracı olarak Filistinlilere karşı bir boykot kampanyası yürütmesi. Peki buna karşılık biz ne yapıyoruz?
Benim için büyüleyiciydi, çünkü daha önce Birleşik Krallık’ta grevlere katılmış olsam da bunlar tamamen ekonomik talepler, ücretler ve o tarz şeyler içindi. Siyasi grevler farklı. Ekonomik sonuçları olan politik grevler, bir işyeri veya sektör dahilinde yapılan talebe dayalı grevlerden çok farklı. Bu grevler, aşağıdan gelen bir baskı nedeniyle gerçekleşti ve bu gerçekten halkın talebiydi. Bu insanları ikna etmeye çaba harcamanız gereken bir şey değildi, esasen iktidardakilerin bu talebe uyması gerekiyordu. Temelde farklı bir deneyimdi. Sanırım greve katılan ve bir grevin nasıl olabileceğini gören birçok kişi “dar” grevlere geri dönmeyecek. Bu olay 1987’deki ilk İntifada’dan beri görmediğimiz bir şekilde grev siyasetini kolektif bilince yeniden yerleştirdi.
Grev, sahada gelişen daha uzun bir direniş sürecinin sadece bir parçasıydı. Öncelikle bir öz-örgütleme sorusu etrafında gelişti. Bu süreç grevden sonra da devam edecek. Bizim için, ‘48 sınırlarında yaşayan Filistinliler için, Filistinli işçileri temsil edecek kurumları nasıl kuracağımıza dair bir soru var ortada; bu kurumların büyük olasılıkla yerleşimci koloni tarafından tanınmayacaklarını biliyoruz. İki haftada güç dengesini değiştiremedik. Bu yıllar sürecek ama önümüzdeki günlerde, haftalarda ve aylarda çoğumuzun kafasını kurcalayacak soru şu an bulunduğumuz noktadan bunu nasıl inşa edeceğimiz.
Yerleşimci koloni zaten hareket halinde. Özellikle kitlesel ve şiddetli tutuklamalar yoluyla kolektif irademizi ezmeye çalışıyor. 9 Mayıs’tan bu yana 1500’den fazla kişi tutuklandı. Tutuklular esas olarak iki gruba ayrılıyor: çocuklar ve işçi sınıfından genç insanlar. Sokaklarda ayaklanmaya önderlik ettikleri için hedef alınıyorlar. Bunun Filistin’de ortaya çıkan halk sınıfı olması çok ama çok önemli. Bu elitlerin önderliğindeki bir ayaklanma değildi. Ağırlıklı olarak Filistin 48’deki ve diğer bölgelerdeki Filistinli işçi sınıflarının ayaklanmasıydı.
Tutuklulara verilen destek asli düzeyde önemli. Bu sadece bir hukuki destek meselesi değil, temelde insanların direncini nasıl koruduğunuzla ilgili bir soru. Bu, kolektif direnme yeteneğimizi nasıl sürdürdüğümüzle ilgili, çünkü tutuklamalar, insanların yaşadıkları hayatı dönüştürme isteklerini parçalamanın, onları korkutmanın ve ezmenin bir yolu olarak kullanılıyor. Bunu çok net bir şekilde görüyoruz. İsrail güvenlik görevlilerinin, tutuklananların hepsini suçluymuş gibi gösteren bir asayiş operasyonu başlattığı ilan ediliyor. Yasal tutuklulara destek için bir ortak bir fon oluşturacağız ve insanların bağış yapabilmesi için bir linki de yakında paylaşacağız.
Sonraki adımlarda ne yaparsak yapalım, bunu grev yoluyla yaratılanların üzerine inşa etmek zorundayız. Burada bir topluluk duygusu ve farklı mücadele biçimleri ile Filistin halkının çeşitli kesimleri arasında bir bağ yaratıldı. Biz buna birlik ve haysiyet ayaklanması diyoruz, çünkü birlik unsuru çok güçlüydü. Bu önemsiz bir mesele değil çünkü İsrail’in yerleşimci sömürge projesi her zaman Filistinlileri parçalamaya çalıştı. Parçalanma sadece coğrafi bir parçalanma değil, aynı zamanda farklı yaşanmış deneyimlerimizde de bu var. Son zamanlarda yaşananlar bunu boşa çıkarmış ve bu projenin başarısızlığını göstermiştir. Gelecekte bir şey yapmak istiyorsak eğer, bu, planı bozduğumuz ve projelerinin başarısız olduğu fikrinden ileri geliyor.
Geleneksel siyasi manzaranın parçası olan herkes büyük bir çalkantı içinde, çünkü şu anda olan şey onların son 73 yıldır yaptıklarından farklı. İyi bir meydan okuma bu! Sendikal hareket açısından bakarsak, uluslararası sendikal hareket olup bitenlerle açık ve güçlü bir dayanışma göstermiştir. Güney Afrika’da, İtalya’da ve diğer yerlerde İsrail’e ait gönderileri taşımayı reddeden liman işçileri gördük. Mesela İtalya’daki İsrail’e giden bir gerçek silah teslimatıydı.
İngiltere’de, İtfaiyeciler Birliği, İsrail askeri şirketi Elbit Systems’in bir yan kuruluşunun çatısını işgal eden protestocuları indirmeyi reddetti. Şirket, İsrail ordusu tarafından saldırılarda düzenli olarak kullanılan insansız hava araçları üretiyor. Bence bu olaylarda somut, doğrudan sendikal dayanışma ve sahadaki gerçekleri dönüştüren bir eylem modeli görebiliriz. Sendikaların Filistinlilerin BDS4 çağrısını dikkate alması ve ardından harekete geçmesi önemli. Bu da, ister kamuya bağlı ister özel olsun, İsrail’in Filistin halkına uyguladığı baskıyı destekleyen herhangi bir kurumu boykot etmek, yatırımları geri çektirmek veya yaptırım uygulatmak için harekete geçmek anlamına gelir.
Pek çok sendika üyesinin emeklilik fonları ya bir baskı sisteminin sürdürülmesine doğrudan dahil olan İsrailli şirketlere ya da aynı sürece dahil olan uluslararası şirketlere yatırım yapıyor. Yani sendikaların yapabileceği çok şey var. Önemli bir diğer mesele de, Filistin mücadelesi, Filistin’de olup bitenler ve bunların ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı mücadeleler olarak doğası hakkında verilecek eğitimler. Bu bir insani yardım meselesi değil, bir baskı sistemine karşı mücadele meselesi.
Birleşik Krallık bağlamında ise, bu aynı zamanda İngiliz sömürgeciliğinin rolünü kabul etmek ve onunla mücadele etmek anlamına da gelir. Şu an yönetimi altında yaşadığımız yerleşimci sömürgeciliğin bu özel biçimi 1948’de başladı. Fakat Filistin bundan önce İngiliz İmparatorluğu tarafından sömürgeleştirilmişti. Bugün içinde bulunduğumuz çıkmazın bir kısmı, bölgedeki ve dünyadaki İngiliz sömürgeci çabalarının ve emperyalizminin doğrudan sonucu. Bu nedenle, sağlam kampanyalar oluşturmamızı ve saldırıya uğradığımızda -çünkü uğrayacağız- teslim olmamamızı sağlayacak politik bir eğitime ihtiyacımız var.
Birleşik Krallık’taki okurlar, BDS hareketine katılabilir, bunu sendikal örgütlenmenize dahil edebilir, Filistin dayanışma gruplarına katılabilir5, mücadelelerimizi kendi mücadelelerinizle ve özellikle ırkçılık karşıtı mücadeleler olmak üzere hali hazırda devam eden mücadelelerle bütünleştirebilirsiniz. BDS kendi işyerinizi dönüştürmenin ve kendi işiniz ve emeklilik planınız hakkındaki kararların kontrolünün size geçmesi sürecinin de bir parçası olabilir. Bu Filistin’de bir değişime yol açacaktır, ama bu aynı zamanda kendi işinizi demokratikleştirme mücadelesiyle de ilgili. İşçiler çalıştıkları işyerleri, o işyerlerinin ne ürettiği, nelerin parçası olduğu ve paralarının nereye gittiği konusunda söz sahibi olmalıdır – bu Filistin’de de böyle, tüm dünyada da.
Çevirenler: Emre Yeksan ve Enes Köse
-
İsrail Arap Vatandaşları Yüksek Takip Komitesi, İsrail vatandaşı Arapları temsil eden parlamento dışı bir kuruluştur. ↩
-
Filistin ’48 Nakba ve İsrail devletinin kuruluşundan sonra 1948’de oluşturulan sınırı ifade eder. İsrail devleti sınırları içerisinde kalanlara vatandaşlık verilse de, eşit vatandaş muamelesi görmediler. ↩
-
Histadrut, İsrail apartheidindeki rolü nedeniyle BDS kampanyasının bir parçası olarak boykota tabi olan bir İsrail sendikasıdır. ↩
-
Boycott, Divestment, Sanctions (BDS) özgürlük, adalet ve eşitlik için Filistin liderliğindeki bir harekettir. BDS, Filistinlilerin insanlığın geri kalanıyla aynı haklara sahip olduğu basit ilkesini savunmaktadır. ↩
-
Örneğin Birleşik Krallık’takiler için şöyle bir kampanya mevcut The Palestine Solidarity Campaign in the UK. ↩
Subscribe to Notes from Below
Subscribe now to Notes from Below, and get our print issues sent to your front door three times a year. For every subscriber, we’re also able to print a load of free copies to hand out in workplaces, neighbourhoods, prisons and picket lines. Can you subscribe now and support us in spreading Marxist ideas in the workplace?